Erdoğan ve Bahçeli’nin yeni yol haritaları | Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi

17.06.2025 medyascope.tv

17 Haziran 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler.  METROPOLL Araştırma’nın aylık araştırmasından hareketle yapılan ‘In-Depth -Derinlikli Analiz’’ raporu ile ilgili aylık yayınımızı yine Prof. Burak Bilgehan Özpek'le yapıyoruz. Seçmen tercihlerini, ama onun da ötesinde, özellikle bu analiz bölümünde ele alınan Bahçeli ile Erdoğan'ın yeni yol haritaları meselesini ele alacağız. Burak, merhaba.
Burak Bilgehan Özpek: Merhaba, Ruşen Ağabey.

Ruşen Çakır: Şimdi ona gelmeden önce, bu araştırmanızda, birtakım partilerin durumuyla ilgili çok ilginç bulgularınız var, onu hızlıca bir özetleyelim. AK Parti'yi birinci parti olarak bulmuşsunuz. CHP ikinci parti. Ama onun dışında, DEM Parti haricinde %7 barajını aşabilen parti gözükmüyor. MHP, AK Parti ile birlikte girip o sayede aşacak diyelim. Ama diğer partilerde çok ciddi bir düşüş var. Özellikle beni en çok şaşırtan, gördüğüm diğer araştırmalara kıyasla, METROPOLL’ün araştırmalarında genellikle yüksek çıkan İYİ Parti’nin, bu sefer sizde de bayağı düşük çıkmış olması. Yanılıyor muyum?
Özpek: Evet, doğru Ruşen Ağabey. Biz 19 Mart'tan sonra kararsız kümesinde çok hızlı bir erime gördük. Yaklaşık %40 civarı bir kararsız bulunuyordu. Daha doğrusu kararsız havuzu %30 ile 40 arasında dalgalanıyordu. Özellikle parti sorusu sorulduğu zaman. Yani cumhurbaşkanı adayı sorulduğu zaman kararsız oranı daha düşük, ama parti sorulduğu zaman seçmenin üçte biri diyelim, kendisinin kararsız olduğunu beyan ediyordu. Şimdi 19 Mart'tan sonra seçmen yeniden siyasallaştı ve o kararsız havuzu daraldı; yeniden parti ismi telaffuz etmeye başladılar. Tabii şunu da söylemek lazım: Kararsız kesim içerisindeki seçmen grubu, ağırlıklı olarak sağ seçmenden oluşuyor. Dolayısıyla kararsız havuzu daraldıkça, Türkiye'de siyaset yeniden ağırlıklı bir şekilde gündemi belirlemeye başladıkça ve muhalif seçmen hızlı bir şekilde kenetlenince, bir tepki üretiyor ve bu tepki de Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy vermiş, ama kendisinin kararsız olduğunu söyleyen seçmenin yeniden AKP'ye oy vereceği şeklinde beyanatlarda bulunmasını beraberinde getiriyor.
Mesela ‘’bu pazar seçim olsa’’ sorusunda biz hata payı içerisinde gerçekten Adalet ve Kalkınma Partisi'ni önde bulduk. Hatta bu ay yaptığımız daha büyük bir araştırmada da çok benzer bir sonuçla karşılaştık. Yani daha önce, 14 Mayıs'ta AKP'ye oy veren seçmenin sadece %50'si yeniden AKP'ye oy vereceğini söylüyor, büyük bir kısmı kendisini kararsız olarak tanımlıyordu. Ama bu rakam %70'e çıkmış durumda. Yani yeniden AKP'ye oy vereceğini söyleyen 14 Mayıs AKP seçmeni oranı %70. Cumhuriyet Halk Partisi'nde bu oran zaten yüksekti. Bizi asıl şaşırtan nokta, Milliyetçi Hareket Partisi'ndeki oy düşüşü oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi oyunu arttırıyor, doğru, fakat 14 Mayıs'la birlikte, kararsızları dağıttığımızda, Milliyetçi Hareket Partisi'nin oyunda yaklaşık yarı yarıya bir düşüş görüyoruz. Bunun sebebi malum: Hem uzunca süre partinin ana söylemi olan ‘’PKK ile mücadele’’ retoriğinin terk edilmiş olması, hatta terk edilmekle de kalmayıp, Devlet Bahçeli'nin, doğrudan Öcalan'ın muhatap alındığı sürecin komutasına geçmiş olması. Bu, seçmende kafa karışıklığı yaratıyor. Milliyetçi Hareket Partisi seçmeni, Devlet Bahçeli'nin ve parti elitinin söylediği her şeyi kusursuz bir imanla kabul etmiyor.
Burada dikkatimizi çeken iki tane olgu var. Birincisi, MHP seçmeninin %20'si yeniden AKP'ye dönüyor. Zaten hep o konuşulan bir konudur. ‘’Milliyetçi Hareket Partisi aslında AKP'li seçmeni kendisine çekiyor’’ diye bir iddia vardır. Biz burada biraz onun teyit edildiğini görüyoruz. Yani MHP seçmeninin beşte biri, yeniden Adalet ve Kalkınma Partisi'ne dönüyor. İzleyicilerimiz AKP'nin birinci parti olarak çıkmasına sinirleniyorlar, ama burada Cumhur İttifakı partileri arasında bir geçiş de söz konusu. Milliyetçi Hareket Partisi zayıflarken, AKP'ye bir akış var. Genel toplamda %2'lik oya tekabül eden bir oy, MHP'den AKP'ye geçiyor. Yeniden MHP'ye oy vereceğini söyleyen seçmen sayısı yaklaşık %40. Yani %25'e yakın bir oranda MHP seçmeni kararsız olduğunu beyan ediyor.

Ruşen Çakır: Burada şunu saptamışsınız, MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti'nin toplam oyunun %16 civarında olduğunu söylüyorsunuz ki hepsinin birbirine yakın, en azından ülkücü hareket kökenli olduklarını biliyoruz. Yüzde 16 aslında yüksek bir rakam değil. Yani Türkiye'de milliyetçiliğe atfedilen öneme göre yüksek bir rakam değil, fakat burada şöyle bir önemli bir ayrıntı var. Yanılmıyorsam Anahtar Parti’yi %2 civarında bulmuşsunuz ve onun bir şekilde kendisine bir yol açmakta olduğunu görmüşsünüz. Bu, büyük ölçüde diğerlerinden duyulan hayâl kırıklığı mı?
Özpek: Aslında tam o değil. Şu anda bu milliyetçi muhafazakâr toplum kesimlerinin kesişiminde Yavuz Ağıralioğlu duruyor. Yani ne demek istiyorum bununla? Aslında Milliyetçi Hareket Partisi bunu temsil ediyordu, ama bu çözüm süreci çerçevesinde benimsediği dil onu o milliyetçi karakterinden biraz uzaklaştırdı. Öte taraftan muhalif milliyetçi partiler var; İYİ Parti ve Zafer Partisi. Fakat bu partiler de yeteri kadar muhafazakâr gözükmüyor. Muhalefetin genel karakteri içerisinde erimiş durumdalar, daha seküler muhalefete yakın duruyorlar. Yavuz Ağıralioğlu ilginç bir şekilde hem milliyetçi, hem muhafazakâr kesimleri aynı anda ya da daha doğrusu, onların kesişim kümesini temsil eden tek aktör olarak kaldı ve biz bir yükseliş görüyoruz. Yüzde 2'ye yakınsayan bir durum var orada. Yavuz Bey'i izlemekte fayda var, ilginç. Daha çok sahaya çıktıkça ve ekibini kuvvetlendirdikçe, orada bir hareketlenme olabilir. Fakat 2023 seçimlerinde genel olarak milliyetçi dediğimiz partilerin, İYİ Parti'nin, MHP'nin ve Zafer Partisi'nin oy toplamı %22 civarındaydı. Şimdi baktığımız zaman bütün bu partilerin oy oranının % 16 gibi bir rakam olduğunu görüyoruz. Bunun sebebi İYİ Parti'nin aslında biraz o merkez sağ seçmenini kaybediyor olması. Daha milliyetçi olan, vatansever olan, fakat hayatı açıklarken ideolojik olarak bunu tek kavram olarak kullanmayan seçmenler var. Daha kentli, daha eğitimli seçmenler var. Onlar partiden ayrılmış gözüküyorlar.  Yani %4 ile %6 arasında salınan bir grafiği var. Bir türlü o barajı aşamıyor. Biz mesela bu araştırmada çok düşük bulduk, %4 civarında bulduk. Ama birkaç hafta sonra yaptığımız araştırmada, bir iki puan daha yüksek bulduk. Fakat aslına baktığınız zaman bu partiler teker teker barajı aşamıyorlar. Gerçek de bu. Bir araya da gelemiyorlar, ortak bir söylem de üretemiyorlar. Dolayısıyla o milliyetçi siyasetin oluşturduğu %16'lık bir boşluk var. Şu anda bir seçim olsa, eğer bu partiler bağımsız bir şekilde seçime girseler, bizim sonuçlarımızda sadece AKP, CHP ve DEM Parti bu parlamentoya milletvekili sokabiliyor. DEM Parti'nin durumu da ilginç. Mesela çözüm sürecinden dolayı birçok arkadaşımız, DEM Parti'nin bölüneceği yönünde yorum yapmıştı. Aksini gözlemliyoruz. Parti normalleştikçe, meşrulaştıkça, DEM Parti’nin oyunu artırdığını bulduk. Yani %10 barajının dahi üstüne çıkmış gözüküyor.

Ruşen Çakır: İlk 2015 Haziran seçimi de böyle değil miydi? HDP o zaman o çözüm süreciyle beraber meşrulaşıp ‘’Türkiye Partisi’’ söylemiyle çıkınca, çok büyük bir patlama yapmıştı.
Özpek: Tabii. Hep şöyle bir anlatı var; normalleştikçe seçmen iktidara isyan edecek ve sahip çıkacak. Aslında iktidarın bu baskısı bir noktada işe yarıyor. İnsanlar korkuyorlar, çekiniyorlar, kendi fikirlerini beyan etmekten çekiniyorlar, partililerle bir arada olmaktan çekiniyorlar, oy vermekten çekiniyorlar. Dolayısıyla DEM Parti normalleştikçe, makbulleştikçe, meşrulaştıkça, oyunda bir artış gözlemliyoruz. Bizim genel parti siyasetinde gözlemlediğimiz durum bu. Yani %35'lerde olan kararsız kesiminin %20'lere doğru eridiğini söyleyelim ve erime sonucunda daha net bir tablo ortaya koyabiliyoruz şu anda.

Ruşen Çakır: Çok ilginç veriler var, ama burada rakamlara baktığımda en çarpıcı hususlardan birisi, AK Parti ve MHP, yani Cumhur İttifakı… Çünkü HÜDA PAR da var, ama HÜDA PAR'ın ya da DSP'nin bir etkisi yok anladığım kadarıyla; yüzde %40'ı kıl payı aşıyor. Yüzde 40'ı kıl payı aşan bir ittifakın yeniden iktidar olabilmesi teorik olarak mümkün değil O zaman yeni partnerlere, doğrudan ya da dolaylı partnerlere ihtiyacı olacak herhalde. Şu günden bakıldığı zaman bu çok mümkün değil. Ama en kestirme %10 civarı gözüken DEM Parti'nin bir desteği bunu sağlar. Ama DEM Parti'nin Cumhur İttifakı’na destek vermek gibi bir yaklaşımı yok. En son Öcalan'ın nisan ayındaki görüşme notlarını okuduğumuz zaman da açık açık, “Bizim Cumhur İttifakı’na ya da Türkiye İttifakı’na kazandırmak gibi meselemiz yok” diye net bir şekilde açıkladılar. Cumhur İttifakı'nın iktidarı koruyabilmesinin nasıl bir formülü olabilir?
Özpek: Evet, şimdi yavaş yavaş asıl konuya geliyoruz. DEM Parti destek verebilir, fakat o zaman da Cumhur İttifakı artık Cumhur İttifakı olmaz. Başka bir ittifak dememiz gerekiyor buna. Çünkü takdir edersiniz ki Cumhur İttifakı aslında çok kusursuz işleyen bir uyumu simgeliyordu. Mesela muhalefetin aksine, biz, gözler önünde MHP ve AKP'nin hiçbir zaman bir güç paylaşımı anlaşması yaptığını görmedik. Cumhur İttifakı'nın Başkan adayı Recep Tayyip Erdoğan'dı. Recep Tayyip Erdoğan seçilip kabinesini kendisi belirliyordu. Dolayısıyla, topluma istikrarsızlık sinyali verecek hiçbir tartışma kamuoyu önünde yaşanmadı. Öte taraftan, Altılı Masa’da, artık genel müdür yardımcılarına kadar müzakere edilen, tartışılan bir ortam vardı. Devlet Bahçeli söylemsel olarak Tayyip Erdoğan'ın eylemlerini meşrulaştıran, milli güvenlik adına onları makbul hâle getiren bir aktördü. Bunun karşılığında Recep Tayyip Erdoğan da Devlet Bahçeli'nin ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin sistem içerisinde daha otonom hareket etmesine olanak sağlamıştı. Yani enteresan bir ittifak yapısı. MHP ittifakın içerisinde ama yürütme gücünden pay talep etmiyor, kabineden sandalye talep etmiyor, hatta daha ilginç olan şey, Adalet ve Kalkınma Partisi listelerinden seçime girmiyor. Kamuoyunda sürekli olarak barajı aşma endişesi tartışılsa da, kendi listeleriyle seçime giriyor ve %10 oy alıyor. Bir şekilde ne parlamentoda ne yürütme erkinde bir güç paylaşımı tartışması var.
Fakat bununla beraber, yine ilginç bir şekilde kusursuz bir uyum izliyoruz biz. Bahçeli milli güvenlik adına Erdoğan'ı meşrulaştırıyor. Erdoğan da Milliyetçi Hareket Partisi'ne arka kapıdan, yani gözler önünde olmadan sistem içerisinde belli bir otonomi sağlıyor. Muhtemelen sistemin kaynaklarını da kendi aralarında usulünce paylaşıyorlar. Ortada bir sözleşme yok, ortada bir kontrat yok, ortada bir mutabakat metni yok, fakat kusursuz işleyen bir mekanizma var. Şimdi bu mekanizma artık %50 değil %40 barajına takılıyor. Sorun bu. Artık %50'yi alamıyor.

Ruşen Çakır: Şimdi başlığımıza gelebiliriz. Burada da In Depth’in mayıs ayı değerlendirmesinin en kritik yeri, Bahçeli ve Erdoğan'ın yol haritalarının çözüm süreci bağlamında farklı olduğu ve Erdoğan'ın, bu sayede daha güçlendirilmiş otoriterliği, Bahçeli'nin ise rekabetçiliği muhafaza etmesi. Doğru özetledim mi?
Özpek: Evet. Ben süreci şöyle okuyorum orada. Neticede, DEM Parti'yi bir şekilde muhalefetten kopartmak ve DEM Parti ile işbirliği yapmak gibi bir eğilim var. Anladığımız kadarıyla, Bahçeli'nin açıklamalarından önce başlayan bir süreç var ve PKK'nın silah bırakacağı, artık siyaseten yoluna devam edeceği konuşuluyor. Bu, hükümetin bir politikası. Geçtiğimiz sene bahar aylarından itibaren konuşulan bir konu bu. Süreç başlamış yani. Şimdi elimizde bir PKK var. Bu PKK silah bırakacak ve biz bu silah bırakma ve PKK'nın siyasallaşma sürecini nasıl yorumlayacağız? Asıl tartışma bu. Benim düşünceme göre, doğrudan Erdoğan mı bilmiyorum ama, Erdoğan'a çok yakın bir klikin, içerisinde Yeni Şafak gazetesinin, Turkuvaz Medya Grubu’nun, Süleyman Soylu’nun, Bilal Erdoğan’ın yer aldığı bu grubun, silah bırakma sürecini hükümetin terör örgütüne karşı nihai bir zaferi olarak yorumladığı ve DEM Parti ile şu ana kadar sistem içerisindeki diğer siyasi aktörlerle kurduğuna benzer bir patronaj ilişkisi kurarak, yani kaynakları tahsis ederek ve DEM Parti’yi bağımlı hâle getirerek, bir ilişki kurmaya çalıştığı, bu ilişkiyi de daha otoriter, hatta Erdoğan sonrasını da planlayan ve Erdoğan sonrasında ülkenin nasıl yönetileceğini de düşünen, bunu da daha otoriter ve biraz önce bahsettiğim grup içerisindeki insanların aktif olduğu bir sisteme dönüştürmek. Hem muhalefetin zayıflaması hem de AKP'nin bu patronaj mekanizması üzerinden daha geniş bir ittifaka sahip olması düşünülmüş olabilir. Ben, bu 19 Mart soruşturmalarının, yani İmamoğlu'nun tutuklanmasının, Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum gelmesinin, hatta Ankara Belediyesi'ne olası operasyonların, hep bu paket içerisinde değerlendirildiğini düşünüyorum. Yani muhalefetin topyekûn imhası, bu muhalefette ses çıkartabilecek bazı önemli güç merkezlerinin hükümete angaje edilmesi ve buradan ‘’rekabetçi otoriter’’ diyemeyeceğimiz, artık daha ‘’hegemonik otoriter’’ diyebileceğimiz bir sistemin inşa edilmesi.

Ruşen Çakır: Burada en kritik tartışma konusu çözüm süreci ve biliyorsun çözüm sürecinin başından itibaren ‘’Bu neden yapılıyor, iç siyaset mi, dış siyaset mi?’’ tartışması var. Çok kişi, özellikle muhalefetten çok kişi, bunu Erdoğan'ın yeniden seçilmesiyle sınırlı bir şey olarak görüyordu. Ama benim de dâhil olduğum bazı insanlar da bölgesel gelişmelerin daha belirleyici olduğu kanısındaydı. Buradaki önerme, aylar önce Erdoğan'ın da telaffuz ettiği ‘’İsrail'in hedefinde Türkiye de var ‘’önermesi. Daha sonra Bahçeli de bunu söyledi. Baktık ki Abdullah Öcalan da bunu söylüyor. Yani ‘’İran'dan sonra Türkiye’’ diye bir önerme vardı. Bu bir yerde varsayım üzerine dayalıydı. Ama şimdi İsrail İran'a saldırıyor. Saldırının beşinci günündeyiz ve bu olay ciddi bir şekilde tekrar gündeme geliyor. Şimdi bu olayın ışığında tartışmalar nasıl şekillenecek? Eskiden daha böyle bir varsayım üzerine giden bir olaydı, şimdi kapıya yaklaşmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Özpek: Burada neden-sonuç ilişkisini kurmak çok zor. Siz dış politika anlatınızı, Kürt sorununa yaklaşımınızı meşrulaştırmak için de yeniden kurabilirsiniz. Yani düşman tanımlamaları, dost tanımlamaları da bunun üzerinden kurulabilir. Ben de mesela bu çözüm sürecinin, tamamıyla iç politikayla alâkalı olduğunu düşünüyorum. 2013'teki süreç de böyleydi ve o süreç esnasında da birçok insan, Suriye'deki gelişmelerle çözüm sürecinin artık mecbur kalınarak başlatıldığını iddia ediyordu. Hiçbir sosyal ve siyasal gelişme tek koşullu olamaz. Fakat hangi koşul diğerini etkiledi ya da hangi koşul daha önemli derseniz, ben iç politikadaki hesapların daha önemli olduğunu düşünüyorum. O yüzden, biraz önce bahsettiğim, Erdoğan'ın ve onun yakınındaki insanların bu çözüm sürecini evriltmek istediği noktanın aksine, Devlet Bahçeli'nin daha farklı bir tutum savunduğunu, o tutumun da yine iç politikayla alâkalı olduğunu düşünüyorum. Yani hükümetin kesin zaferi yerine, dikkat ederseniz, Devlet Bahçeli olabildiğince müzakere edilen bir anlaşma gibi bir yol izliyor. Hükümetin terör örgütünü yendiği, kesin zafer ilan ettiği bir durumdan ziyade, barışın müzakereyle inşa edildiği bir durumun taraftarı. Hatta meclisteki komisyon önerisi, o meclis komisyonunun kompozisyonunu tasarlaması, Devlet Bahçeli'nin bu süreci hegemonik bir otoriterliğe evirmek yerine daha başka, yani daha siyasi partilerin anlamını koruduğu, yine AKP'nin MHP'nin belki kazanacağı, fakat MHP'nin de bir siyasi parti olarak anlamını koruyarak devam edebileceği bir sistem yaratma çabası olarak görüyorum ben açıkçası. Aradaki farklılaşmanın sebebi bu. Zaten dikkat ederseniz, Ekim'den bu yana Bahçeli ve Erdoğan'ın söylemlerini yan yana koyduğunuzda, Erdoğan'ın ‘’gerekirse silahlarıyla beraber gömeriz’’ gibi bir tonda hareket ettiği, biraz önce bahsettiğim medya gruplarının, Öcalan'ın yeri İmralı'dır gibi manşetler attığı ve bu gazetelerin köşe yazarlarının, sanki bu mesele hiç yokmuş gibi davrandığı görülecektir.
Öte taraftan, Devlet Bahçeli ısrarla aktör sayısını çoğaltarak süreci komplike hâle getirmeye çalışıyor. Unutmayalım, Devlet Bahçeli başkanlık sistemine niçin ihtiyaç duyulduğunu savunurken, HDP'nin meclis içerisindeki ağırlığının bir milli güvenlik sorunu olduğunu söyleyerek bunu dile getirmişti. Biz başkanlık sistemine aslında HDP'yi gayrimeşru hâle getirerek geçtik. Şimdi DEM Parti'nin yeniden meşru bir aktör olması, sisteme dâhil edilmesi, meclis aritmetiğinde işbirliği yapılabilir bir parti hâline gelmesi, aslında başkanlık sisteminin de yeniden revize edilmesini beraberinde getiriyor. Biraz önce söylediğim gibi, DEM Parti işbirliği yapabilir, yapacaktır da. Fakat işbirliği yaptığı zaman, artık o Cumhur İttifakı sistemi gibi bir sistem olamaz. Çünkü Cumhur İttifakı, çok sıradışı, çok benzersiz. AKP ile MHP arasında, bu belki biraz da liderlerin kişilikleriyle mümkün olan bir durumdu. Şimdi bu sisteme eğer yeni bir aktör ekleniyorsa, burada sistemi de revize etmek gerekiyor ve DEM Parti'nin de böyle AKP içerisindeki bazı insanların düşündüğü gibi, doğrudan pür çıkarlar üzerinden angaje olacağı ve MHP'nin ve DEM Parti'nin araçsallaşacağı bir durum da bence seçmen tarafından çok hoş karşılanmayacak.
Bakın, MHP seçmeninde düşüşü görüyoruz. HDP seçmenindeki yükselişin sebeplerinden bir tanesi, şu anda daha onurlu, daha haysiyetli giden bir müzakere olduğu düşüncesi. Parti normalleşiyor ama ezilmiyor da. Dikkat ederseniz DEM Parti kendisini de ezdirmiyor. Ama böyle bir durum ortaya çıkarsa, muhtemelen DEM Parti'den de ciddi anlamda kaçışlar olacaktır. O yüzden Devlet Bahçeli'nin yapmaya çalıştığı şey, komisyon önerisinde bulunurken de bunu ima ettiğini düşünüyorum, parlamentonun ağırlığının daha arttığı, dolayısıyla partilerin daha fazla anlam ifade ettiği bir sistem ortaya koymak. 2013-2015 arasındaki süreç tamamen devlet kurumları tarafından yönetilen ve parlamentoya kapalı bir süreçti. Dikkat edin, Ekim'den bu yana devam eden süreç, tamamen meclisin aktif olduğu, meclisteki partilerin konuştuğu bir süreç ve Bahçeli'nin önerdiği komisyon da AKP'nin yine azınlıkta kaldığı, kararları geçirebilmek için koalisyon yapmak zorunda olduğu bir mini meclis modeli aslında.
Birçok konuyu çözüm sürecine bağlayabiliriz ve eğer birçok konuyu çözüm sürecine bağlayabilirsek, bu komisyon üzerinden de aslında başkanlık yetkilerinin daraltılması, hatta gasp edilmesi de söz konusu olabilir. Bu komisyon önerisi konuşulmuyor şu anda. Bu, Mayıs ayında birdenbire ortaya çıktı. Ben çok konuşulacağını düşünmüştüm, konuşulmuyor. Niçin? Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi bir anayasa süreci başlattı ve önemli olanın bu olduğunu söyledi. Şimdi burada bence yavaş yavaş bir yol ayrımına doğru yaklaşıyoruz. Bu anayasa sürecinde taraflar niyetlerini ortaya koyacaklar ve eğer Erdoğan karşısında büyük bir toparlanma görürse, yani karşısında mağlup edemeyeceği, MHP'nin, DEM’in, CHP'nin içinde bulduğu bulunduğu bir blok görürse, biz şu andaki başkanlık sistemiyle biraz zor devam ederiz diye düşünüyorum. Şu anda Devlet Bahçeli'nin amacı, olabildiğince bu ittifakı, bu koalisyonu kurabilmek. Doğrusu Erdoğan şu ana kadar çok renk vermedi. Biz Erdoğan'a çok yakın isimlerden bahsediyoruz. Biraz önce verdiğim isimler Erdoğan'a çok yakın isimler. Fakat Erdoğan henüz daha tutumunu belli etmedi. Bence gelişmelere göre, ortaya çıkacak siyasi tabloya göre bir karar verecektir. Açıkçası ben de nereye evriliriz sorusuna bir cevap veremiyorum, ama Bahçeli ve Erdoğan arasındaki farklılıkları bu şekilde tanımlıyorum.

Ruşen Çakır: Son olarak kapatırken şunu sormak istiyorum. Şimdi burada MHP ile Zafer Partisi'nin oyları neredeyse eşit gözüküyor. Sizin araştırmanıza göre şu anda Zafer Partisi'nin bayağı yüksek bir performansı var. Bugün Ümit Özdağ hakkında karar açıklandı. İki yıl, 4 ay, 3 gün hapis cezasına çarptırıldı ve tahliye oldu. Ümit Özdağ, “Apo'yu konuşturmak için beni susturmak istiyorlar" demişti ve hep bunun üzerine konuştu. Yaptığı savunmalarda da sürekli olarak bu yeni çözüm sürecini sorgulayan bir şey yaptı ve herhalde çıkar çıkmaz bu konuda en yüksek sesle sürecin aleyhtarlığını, karşı propagandasını yapacak. Şu ana kadar İYİ Parti bu konuda bir şeyler söylüyor, ama ben açıkçası çok etkili olduğunu sanmıyorum. Fakat yeni mağduriyet yaşamış bir siyasi parti lideri olarak Ümit Özdağ'ın yapacağı bu çıkışlar, yapması muhtemel olan bu çıkışlar nasıl etki yaratır sence?
Özpek: Bilmiyorum. Bakalım Ümit Özdağ neler söyleyecek? Çünkü mesela yıllardır burada otoriter bir sistem analizi yapıyoruz, değil mi? Otoriter bir sistemde hukukun keyfiliğinden ve yargının bağımlılığından bahsediyoruz. Bundan sonraki süreçte Ümit Özdağ’ın çıkıp bir cengâver gibi, şu ana kadarki performansının benzerini bir de mağduriyetle katlayarak sürdürmesini mi bekleriz? Yoksa meseleyi, biraz önce bahsettiğim çerçevede ele alıp, parlamentonun gücünü artıracak, keyfiliği bir nebze de olsa sınırlandırabilecek bir çerçeveye oturtmasını mı bekleriz?
Ama kendisi parlamentoda yok biliyorsun.
Özpek: Olsun. Ümit Özdağ’ın ilk lafı, terör ya da Terörsüz Türkiye mi olur, yoksa parlamenter sistem ya da anayasal reform mu olur? Ümit Özdağ 2017 senesinde başkanlık sistemine geçilmemesi için ciddi anlamda bir efor sarf etmişti. Ümit Özdağ'ın, İYİ Parti'nin kuruluş sürecinde de bu parlamenter sistem meselesini aslında tutkuyla savunan bir tarafı da var. Şimdi muhtemelen okuyacaktır şu mevcut durumu. Çözüm sürecini baltalayan, yani popülist bir şekilde, toplumu seferber eden bir şekilde, çözüm sürecinin hilafına bir politika yürütmek onu yeniden tehlikeye atacağı için bu şekilde mi ilerleyecek bilmiyorum. Bu şekilde ilerlemeyebilir. Bence daha dolaylı yollardan ve parlamenter sistemi, anayasal reformu, yeni anayasa sürecini tartışarak işe başlayabilir. Türkiye maalesef aktörlerin artık doğrudan oynamadığı, daha dolaylı ve daha stratejik düşünmeye zorlandığı bir yer hâline geldi. Ümit Özdağ'da da ben o stratejik düşünce eğilimini, yeteneğini görüyorum açıkçası.

Ruşen Çakır: Evet, Burak. Çok sağ ol. Mayıs ayının raporunu bayram nedeniyle biraz geç değerlendirdik, ama olsun. Her işte bir hayır varmış. Çok teşekkürler. O zaman bir sonraki aya kadar sağ olasın. Önemli husus, önümüzdeki günlerde Erdoğan'la Bahçeli arasında, yol haritası anlamında farklılıkların çıkabileceği analiziydi. METROPOLL Araştırma’nın Mayıs ayı ‘’In Depth- Derinlikli Analiz’’ raporunu Prof. Burak Bilgehan Özpek'le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
29.06.2025 Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun birbirlerinden medet umması ne anlama geliyor?
28.06.2025 Kemal Kılıçdaroğlu mucizesi
27.06.2025 “Türkiye’de seçimle iktidar değişimi dönemi kapandı” mı gerçekten?
22.06.2025 “Öcalan Kürtleri satıyor” koalisyonu
20.06.2025 Özel mi, Erdoğan mı? Kim daha önce pişman olacak?
19.06.2025 Öcalan niçin İsrail’in karşısında, Ankara’nın yanında?
18.06.2025 “İç cepheyi tahkim”e İmamoğlu, Demirtaş ve diğer siyasi tutsakları tahliye ederek başlayabilirsiniz
17.06.2025 Ekrem İmamoğlu’nun duruşu
17.06.2025 Erdoğan ve Bahçeli’nin yeni yol haritaları | Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
16.06.2025 Nedir şu Fethullahçılardan çektiğim!
29.06.2025 Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun birbirlerinden medet umması ne anlama geliyor?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı